Lüks denilince akla ilk gelen marka olan Rolls-Royce artık performansıyla da adından söz ettirmek istiyor. Wraith Rolls-Royce’un şimdiye kadar ürettiği en hızlı otomobil. Bu güzel aracı karşılaştırmak için aklımıza eşsiz 1951 model Silver Dawn Pininfarina Coupe’den başkası gelmedi.
Bu meslekte her gün farklı bir otomobil kullanma zevkine erişebiliyoruz. Bu gerçekten bulunmaz bir nimet. Ancak bazen öyle araçları kullanma şansı yakalıyorum ki yaşadığım duyguları tarif etmem için kelime dağarcığım yetersiz kalıyor.
Örneğin şimdi direksiyonunda olduğum Rolls-Royce bugüne kadar firmanın ürettiği en hızlı model; Wraith. Bu 2 kapılı spor otomobil hem lüksün hem de performansı zirvesinde yer alıyor. Ancak biraz sonra direksiyonuna geçeceğim model ise belki de ondan daha da özel bir araç; şu anda yollarda görmenin neredeyse imkansız olduğu 1951 model Silver Dawn Pininfarina Coupe.
Şimdi pek çoğunuz bana bir Rolls-Royce ile spor otomobil kavramının bir arada olamayacağını, aracın tarihi nedeniyle performans lafının bu marka için bir şey ifade etmeyeceğini söyleyebilirsiniz. Ancak şunu belirtmek isterim ki bu araç 624 HP güç üreten bir İngiliz atı ve 4.5 saniye 0-100 km/s hızlanması için yeterli. Yani bu veriler bile Rolls-Royce’un istediğinde performanslı otomobiller üretebildiğini iyi bir kanıtı. Zaten yıllardır uçak motoru üreten bir firmadan da başka türlüsü beklenemez.
Firmanın kurucusu olan Charles Rolls aslında motorsporlarına ve hıza uzak biri değil. Katıldığı yarışlarda önemli başarılar elde eden Rolls, ne yazık ki bir hava aracı ile ölen ilk İngiliz oldu. Onun hıza olan düşkünlüğünün bugün bir karşılığı var: Wraith adındaki bu otomobil bir performans aracının aynı zamanda lüks de olabileceğini kanıtlayan ender üreticilerden.
Peki ama Wraith 4 kapılı Ghost modelinin 2 kapılı hale getirilmiş hali mi? Kesinlikle hayır. Bu otomobil tamamen özgün bir araç. 1931 yılında Bentley’in satın alınmasından sonra spor otomobillere ağırlık veren firmanın 1951 yılındaki GT modeli Silver Dawn’ın güncel versiyonu bu otomobil olarak kabul görmüş durumda.
2. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda Rolls-Royce müdürü Sör Arthur Sidgreaves aldığı bir kararla iki firmayı birbirinden ayırmaya karar verdi. Bunu için de aynı altyapıyı kullanan farklı otomobiller üretmek için kollar sıvadı. Örneğin Rolls-Royce Silver Dawn ile Bentley MKVI aslında birbiriyle pek çok noktada benzerlikler gösteriyor.
Ancak elbette iki model arasında özellikle o dönemin performans verileri düşünüldüğünde farklılıklar da vardı.
İtalyan tasarım üstadı Pininfarina bu otomobiline de elini değdiren şanslı kişilerden. Daha önce Phantom ve MK modelleri ile çalışan stüdyo bir İtalyan müşterisi için SCA-43 şasi numaralı çekimlerimizde kullanılan aracı inşa etmiş. İlk kez 1951 yılındaki Torino Fuarı’nda sergilenen bu otomobil Pininfarina tesislerine çıplak şasi halinde giriş yapmış ve İtalyan firma sihrini konuşturmuş.
Bu otomobilin üretimi başlı başına bir roman olur…. O dönemde 10 bin Pound bedel karşılığı imal edilen araca harcanan ücret karşılığında küçük bir krallığa yetecek arazi satın alınabilirmiş. O dönemki şartlar göz önüne alındığında bu otomobil dünyanın en pahalı otomobil unvanının da sahibi olmuş. Harcama bu kadar yüksek olunca bu otomobilden de sadece 1 adet üretilmiş.
Rolls-Royce tasarım direktörü Giles Taylor bu aracı görünce “Bu tek olan otomobil gerçekten de çok eşsiz ve bizim güncel Wraith için önemli bir ilham kaynağı oldu. Onun fastback tasarımı, zarafeti bugün bile göz alıcı olmaya devam ediyor” açıklamasını yapıyor. “Aracın tasarımındaki bütünlük onun gerçek bir centilmen otomobili olduğunu ve virajlı dağ yollarında keyifle ilerlemesini tasarımıyla bile ispatlıyor” sözleriyle araç hakkındaki görüşlerini özetliyor.
Tamam bu kadar tasarım ve geçmişe yönelik bilgi yeter. Hadi biraz da duygulardan konuşalım. Bunun için de aracın içine geçmek gerek.
Kapıyı açtım anda karoserin rengi ile tezat oluşturan göz alıcı bordo deri döşeme dikkatimi çekiyor. Son derece yumuşak deri bu kadar zaman geçmesine rağmen hala göz alıcı, hala çok kaliteli görünüyor. Artık koltuğa oturma vakti. Ama o da ne gözüm odometreye takıldı; sadece 6283 yazısını görüyorum ve dikkatli olmam gerektiğini daha iyi anlıyorum. Bu araca zarar verirsem maddi değeri bir yana, bir tarihe zarar vereceğim için yaşayacağım manevi çöküntünün hesabını vermem mümkün değil.
İç mekanda sürücünün sağında yer alan vites kolu sağdan direksiyonlu bir otomobilde çok karşılaşılacak bir detay değil. Kapıyı ilk açınca ne garip el freni tepkisini vermeme neden olmuştu ancak meğerse durum çok başkaymış.
Günümüzde neredeyse küçük otomobillerde bile olan anahtarsız çalıştırma bu otomobilde de var ama bir farkla. Onun motoruna hayat vermek için anahtarı bir yere sokmanız gerekmiyor, bir şalter açıp marş düğmesine basmanız yeterli. 60 yıl öncesi için son derece vizyoner bir detay.
Motoru çalıştırınca ise 4.25 litrelik düz 6 silindirli motorun homurtuları kulaklarımda çınlıyor. Günümüzün turbolu motorlarına hiç benzemeyen hafif mekanik sesleri çok özlemişim.
Aracın ince direkleri sayesinde görüş neredeyse panoramik. Bu sayede büyük gövdeye rağmen manevra yapmak çok kolay. Hele ki bu aracı eğer ki vermeye kıyarsanız şoförünüzün rahat edeceği garanti. Aracın fren sisteminde görev alan tamburlar bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen bu ağır aracı durdurmakta bir sorun yaşamıyor. Direksiyon ise ipek yumuşaklığında sürüşleri garanti ediyor. Kolayca yönlendirmeleri yapmak çok keyifli ancak elbette yüksek hızlarda nasıl tepki verir bilmiyorum; zira yüksek hızlara çıkmaya niyetim yok, sakin sakin ilerleyerek araçla geçirdiğim süreyi uzatmak daha önemli…
Peki torun nasıl bir otomobil? Her şeyden önce gerçek anlamda bir roket gibi… 4.5 saniyede 100 km/s hıza ulaşan bu araç sınırlandırılmış 250 km/s hıza ulaşabiliyor. Ancak bu hızlara ulaşırken o kadar güçlü tepkiler veriyor ki kafanızı koltuğa birden çok kez vurmanız çok kolay. 12 silindirli turbolu motorun 624 HP’lik gücü takım elbiseli CEO’ların bu aracı şoföre bırakmasına engel oluyor.
İç mekan ise başlı başına olay… Dedesinin mirasını gerçekten devam ettirmiş. Tıpkı onun gibi derinin en kalitelisi, ahşabın en gösterişlisi kullanılmış. Kusur bulmak için ya büyüteç lazım ya da büyük bir önyargı.
İç mekandaki oyuncaklar o kadar çok ki hangisi ile ilgileneyim bilemedim. Kişiye özel hazırlanan yaşam alanında siz ne isterseniz o oluyor; bu istenirse şaraplarınız için bir dolap, isterseniz özel bir puro kutusu. Ancak siz ne isterseniz isteyin Rolls-Royce için lüksün sınırı bir sonraki müşterinin talebi olacaktır.
Bu aracın direksiyonuna geçince yol almak da insana büyük keyif veriyor. Ancak dedesinden farklı olarak bu araçta sakin ilerlemek zor. Zira araç gücünü her fırsatta size göstermek istiyor. Kokpitteki sportif detaylar da sizi gaza basmaya itiyor. Ancak bu otomobilde daha rahatım ne de olsa olası bir aksilikte tamiratını yapmak dedesine göre çok kolay; tüm parçaların üretimi devam ediyor.
8 ileri oranlı otomatik şanzımanın vites geçişleri oldukça yumuşak. Ancak ağırlıktan olsa gerek arada kararsız kaldığı da oluyor. Peki önemsiyor muyum? Tabii ki hayır; o kadar kusuru görmezden geleceğim.
Her iki araçla yaptığım sürüşten sonra yüzümdeki gülümsemeyi tarif etmek imkansız. Ancak her güzel şeyin bir sonu oluyor.
Benim için artık eve gitme vakti geldi. Aklımda bugüne dair kalanlarsa çok. Öncelikle 65 yaşındaki bir aracın böylesine etkileyici olması gerçekten büyük bir mühendislik başarısı. Öte yandan yeni Wraith ise bambaşka bir mühendislik örneği. Bu kadar iri ve ağır bir aracın küçük bir otomobilmiş gibi rahatlıkla sürülebilmesi ve kontrol edilmesi muazzam. Üstelik istenildiği anda bir süper spor olması da cabası.
Peki ama seçme şansım olsa hangisini seçerdim? Her şeyden önce Silver Dawn Pininfarina Coupe ne yazık ki 1 adet üretildiği için kimsenin bana seçme şansı bırakacağını düşünmüyorum. Bu nedenle de tercihim Wraith olacak. Ne de olsa ben de sıradan bir canlıyım ve hayallerimi loto ile satın alabileceklerim ile sınırlandırmalıyım.